Tuesday, August 7, 2012

yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı

ve somurtuk olmayan kişiler için yemek yapmanın da...



yazıların birinde bir yerinde dedim sanırım, genellikle ya rasgele önüme çıkan ilk zımbırtıyı izliyorum ya da o ara neyle meşgulsem neye takıksam, içinde onu bulunduranı.. yani en azından buraya yazdıklarım için böyle, diğerlerini zaten hatılıyorum yazmaya gerek duymuyorum. (benncilecilecile)

huysuz müşteriye denk gelmedikçe yapmayı pek sevdiğim ve bir o kadar da yorulduğum garsonluğa deneyleri bitirmişken biraz da tesadüfen geri dönmüşken aklıma geldi, ben baya cafe/restoran üzerine birşeyler izledim yüksek lisans yaparken. baya bayaa teorisyen olabilirim mi ne bu konuda,  tezi böyle birşey üzerine yapsam zorluk çekmezmişim gibi sanki hatta galiba mı acaba (7numara izleyeyim ben ya da)

neyse, bloga birşeyler yazayım diye düşündüm aklıma bahsedebilecek birşey gelmedi. sonra neler var ki bur ara yayınlanan diye bakarken,şu gözüme takıldı http://www.mysoju.com/browse/food/ , dedim ooo, iyi ahkam keserim ben burdan. (pis fırsatçı)

Listedeki sırayla gidersem, izlediklerim/yorumlarım şöyle

Bambino!: king of baking seven, sevebilir belki, ben ona da buna da tahammül edemedim.bence matsumoto jun yüzünden, sizce neden olur bilemem. oysa karini de oynuyordu, love shuffle gazıyla buna başlamış olabilirim belki ondan böyle mıymıymıy buldum.


Hungry:

bana göre ikinci japon mıymıycısı mukai osamu var bunda da.ötekini pek izlemedim ama bu çocuk hep aynı surat hep aynı tavır, hep aynı tafra. listelere göre hep de popüler olmuş nerde başrol oynasa.
çemkirmeye çok kaptırdım galiba. konusu, pek başarılı aşçı&restoran sahibi annenin ressam babanın mıymıy çocuğu asi-can mukai-unuttum dizide adı neydi-  rock grubunun lideridir, bi türlü patlama yapamazlar derken annesi de ölünce "bilmem kaç yaşına gelince müzikte başarılı olamazsam restorana dönücem" sözünün bahsettiği yaşa geldiğini öğreniriz. meğerse bizim mıymıy pek başırılı bir aşçıymış. fakat parasal sebeplerden annesinin ünlü restoranını, "tadın vararak yemek yapmak&yemek yemek" kültüründen ziyade müşteri-müşteri-daha çok müşteri inancına sahip rakiplerine kaptırırlar.

müzisyende para ne arar tabi, dolayısıyla tek çözüm olarak ressam babanın deposunu restorana çevirirler, rakip amca bir türlü hazmedemez. mıymıy çocuğun üstüne gittikçe mıymıy çocuk silkelenir, burnu sürttükçe adam olur....
böyle 4-5 sap bi başlarına geçirmiyorlar tabi diziyi..çocuğumuzun "evlensek ya" yaşındaki sevgilisi, sebze meyvenin alındığı organik bahçesinin yemeğe düşkün üniversite öğrencisi kızı, mıymıy çocuğun karakter sahibi arkadaşları (hiç sevmemişim çocuğu ya,tey allaam) falan diyerek aşk-arkadaşlık-gelecek konularına da dokunduruyorlar. bi de antin kuntin fransız yemeklerini tanıtıyorlar.
zaten ilk bölümden gelişme ve sonuç kısımları tahmin edilebiliyor, bir de ben aralarını anlatmayayım di mi....


Le Grand Chef 2, Kimchi Battle:
kardeş kavgası da kimchi kavgası da kötü arkadaş. ben severim böyle yemeğin özü sudur, karıştırırken aklının göğe ermesidir içinin temizliğidir benzeri az biraz abartı felsefi yakıştırmaları. bu filmde de böyle birşeyler var, "abartı" kısmından hiç çekinmemiş sağolsunlar, ben bile izlerken doydum bu tür yaklaşımlara.
açıkçası ilkini daha beğendiğimi hatırlıyorum ama daha fazlasını hatırlamıyorum. 


Osen:
üstteki mıymıy çocuğu görmezden gelmek adına böyle şirincek bi hatunu olan bir dizi, biraz daha klasik japon mutfağı, sakin dingin bir restoran, sanatı ve içmeyi seven sahibi bu şirince, huysuzluk yapıp duran şehirden gelme mıy mıy çocuk desem yeter bence. üsttekinin aksine, sevmiştim ben bu diziyi.
geleneksel tarda şeyler sevenler de sevebilir sanki. geleneksel derken hayatı paldır küldür değil de biraz yavaş ve tadını çıkararak diye genişleteyim sanki (citta slow&slow food)


Lunch Queen:
Bunu da eğlenerek izlemiştim. hatırlamadığım bir sebepten öğlen yemeklerine çok düşkün olan pride'daki hatun (üşendim adına bakmaya) bir şekilde aile restoranına sahip 4 oğullu babanın gelini rolünde aileyle tanışır, nişanlım dediği hayırsız evlat, hemen akabinde restorandaki parayı çalıp toz olur, kız da işte bir şekilde ilk başta zorlama da olsa aileyle yaşamaya başlar. eğlenceli bir diziydi, daraltmıyorlar insanı abuk sabuk acılarla. omu-rice da ziyadesiyle önemli bir yere sahipti sanki

Pasta:
kore yapımı bu dizinin hem seveni çok, hem yazanı. bi de ben dahil olmayayım. yerden yere vurma ihtiyacımı da üstteki japonlarla giderdim zaten. gerçi öyle çok kötü değil, ama çok suni gelmişi bana.

Teppan Shoujo Akane:
japon cızbızcısı genç kız.
yani tam böyle değil de, böyle de aslında. annesi ölünce ünlü şeflikten elini ayağını çekip üsyüne bir de kaybolan baba sonrası en iyi teppanyakicisi olduğunu sanan kızı öyle olmadığını anlayıp babasının peşinden miydi en iyi olma sevdasına mıydı unuttum yollara düşer yanında da sakar kankasıyla. bazı bazı baydığı yerler olsa da eğlencelik sayılabilir... arada böyle yemek düellolarıyla, kankanın abuk sabuk eğlenceli halleriyle izledim işte.

Tea Fight:
Geçenlerde izledim bunu. algıda seçicilik, "çay" konusunda oldukça seçiciyim bu aralar. aslında bence gayet hoş başlayıp sonuna doğru nereden tutacağını şaşrımış bir filmdi.. hele ki o son "tea fight"ta... öyle kavga falan diyince dinamik bir film olduğu sanılmasın, durağan genellikle. birazcık böyle merak uyandırıyor sonra es geçiyor gibi de bir gidişatı var. japonyadan sonra tayvan ne alakaydı onu da merak etmedim değil.

hoşuma giden kısmı ise girişi. animasyonla siyah çay savaşlarının nasıl başladığını anlatıyor.
çok sevdiğim kısımsa, asyadaki az miktarda olan siyah çay tüketiminin bu hikayeye nasıl bağlanmış olduğu. inanmak istedim bu hikayeye :)



 evet biraz uzun bir giriş. bir an acaba anime miydi bu diye şüpheye düşmüştüm.

Bachelor's Vegetable Store:

bunun da sonunu getiremedim. ya aslında şöyle diyebilirim ki ben böyle güzel çocuk hatrına bişeyler izlemek için kart kaçıyorum. seven izlesin işte. (güzel de değiller ya diyip uzatmayacağım). gene bir dıramlar dramalar vardı sanki içinde. ama emin de değilim eni konu izlemedim.


çok mu japon işi dolu sanki?.. kore işi bir de "gourmet" diye bir dizi var ama açıkcası izledim mi izlemedim mi hatırlamıyorum, ve bir de yine koreden "terroir" diye şarap üzerine. ilkinden farklı olarak bu şarap üzerine olanı izlemediğime eminim ama.

izleyeyim bir ara dediğim ise Shota no Sushi ve Sushi Ojiler (valla sushi güzel bişey!)

bartender vardı bir de şöyle bir baktığım, ama animesini izleyip sevdikten sonra, bu uyarlamalar sevilmiyor sanki?

my name is kim sam soon ya da coffee princeten yeteri kadar bahsedilmiştir şu blog diyarında.
amaa.. bunların dışında, mesela hiç Antique Bakery'e bir laf edebilir miyim? hâşa!...


kıta değiştirirsek ise kitchen confidential var mesela aklıma gelen... tipik bir amerikan işi olarak, "mutfak ve insan ilişkileri"ni sex bazlı götürüyor. ama mutfağın o telaşlı, abuk sabuk espirilerin uçtuğu ve şefe bağlı olarak bazen agresif olan ortamını görebiliyorsunuz.

benim takip edebildiğim kadarıyla murat bozok, istanbuldaki restoranını ilk açtığı zamanlarda bu yönde bilgilendirici yazılar yazıyordu blogunda, artık epey meşgul olsa gerek köşe yazıları dışında çok güncellenmemiş ama ilgilenen olursa http://muratbozok.com



ve son olarak, ne yiyiyo la onlar diye gözü kalanlar için ise, tarifleri ve dizileri içeren şöyle bir site var, demin resim ararken rasladım http://www.kdramafood.com/

ne ararsan var bir yazı oldu. muhtemelen bir dahaki aya kadar esen kalınız hep "resutoran"larda yemeyiniz, mıncırız evdeki sebze meyve ne varsayı ...