Sunday, March 18, 2012

babam almıştı onu bana, sadece iki paraya

...gecikmeden ateş çıktı ve kül etti.






bir yerlerde,bir zamanlar bu videoyu izlediğimi hatırlıyorum, ve sonra filmi de izlemek istediğimi... galiba festivallerin birinde gösterilen filmlerdendi. gel gör ki ben unutkan bir insanım, ve ne yazık ki şarkının melodisini hatırlamak 'neydi bu filmin adı' sorusuna bir ipucu teşkil etmiyor. geçenlerde, bir sitede nathalie portmanın resmi vardı, o ara aaaa o ağlayan kadın bu kadındı diye bir aydınlanma yaşayıp filmin adına da kendisine de ulaştım.

daha vurucu bir film olarak düşünmüşüm "free zone"u, filistin-israil sorununa daha sarsıcı yaklaşacağını da.dolayısıyla tavsiye edermiyim başkalarına bilmiyorum. meğerse yukarıdaki kısımda kızımız kendi sebeplerinden öyle içli içli ağlıyormuş. ama son sahneyi abartı olsa da sevdim, bölgedeki hayatın bir bakıma özeti olmuş.ve oyuncuların yaş seçimi-ülke bağlantısını

o bölgedeki hayata değiniyor film. üç kadınımız var: nişanlısından terk amerikalı rebecca,  yahudi hanna ve filistinli leila... hepsi bazı sebeplerle, kendince sebeplerle oradan oraya sürüklenmişler, bazı işlere kalkışmak durumunda kalmışlar ama kadınlar da bir yandan. leila nın, hanna nın "neden seni götüreyim" sorusuna cevap olarak "sen kadınsın, ve annesin anlarsın" gibisinden lafıyla bir an umutlandım farklı bitecek belki bu hikaye dedim, sonra israilli arabayı sürüyor, amerikalı ortadan kafayı uzatıp aralarına girmiş, ve diğer koltukta da arap bir şarkıya beraber tempo tutuyorlar ta ki sınıra-karar kısmına?- kadar (karar veremedim burada, bahsedilmek istenen düşman gözükseler de ortak bazı şeylerde eğlenebilmeleri mi -kültürel benzerlik gibi- yoksa iki düşman geçinen ülke arasındaki sözde arabulucu 'free zone' amerika mı..)

ve son olarak her iki tarafında haklı olduğu ve amerikanın o fırsatta (onlarla işi bitmişken?) toz olduğu bitmek bilmeye tartışma...  bir nevi inekiçtidağakaçtıyandıbittiküloldu hikayesi; benzeri ama çok daha etkileyici sözlere sahip "had gadia" eşliğinde...




bol konuşmalı bir film. çok yer değiştirmelerine rağmense pek yol filmi diyemem (kendimce uyduruk yol filmi sınıflandırmama göre :) ); araba filmi daha ziyade, bir bi arabada, bir öteki arabada sonra yine ilk arabada geçen, anlamadıysanız açık açık anlatıyorum gösteriyorum gözünüze sokuyorum diyen bazen de.. hem zaten oraları -kitaplardan tüm tarihini bildiği yerler- rebeccanın görmeyi beklediği gibi "romantik" de değil...


a bu arada,yönetmeni amos gitai








...bunca delilik ne kadar daha sürecek böyle?...


....ve her şey yeniden başlıyor işte.




(şarkı/tekerleme tüm filmden daha etkileyici yine de)

Wednesday, March 14, 2012

Akira Yoshizawa



google'ı açtıysanız siz de farketmişsinizdir, akira yoshizawa'nın 101. doğumgünüymüş. ben pek ilgilenmedim origamiyle şimdiye kadar ve dolayısıyla yaptıkları katlamaların resimlerine bakınca vay anasını dedim, ifadeleri var yahu yaptığı hayvanların falan.


origamiyle yapılabilecek 50000 civarında tasarımının olduğunu yazmışlar (origamiyi o bulmuş neredeyse??...) ayrıca ıslak katlama mı ne öyle bir teknik geliştirerek kuruyunca kağıttan şekillerin daha gerçekçi bir yapıda olmalarını sağlamış.


ben hala bir gemi bir uçak bir de turna kuşundan öteye gidemeyeyim neler neler varmış o dünyada...

Monday, March 12, 2012

1,778 Stories of Me and My Wife


bak gene yaptım, saat kaç oldu... oysa tek istediğim skype saatini beklerken salatanın yanında birşeyler izlemekti. yarım saat derken tüm filmi izlemişim

belki isminden tahmin etmişinizdir, bir geri sayım filmi bu. yok geri sayım değil, ileri sarım? hmm nasıl demeli ki, bildiğin birden binyediyüzyetmişsekize kadar gidiyoruz, ve binyediyüzyetmişsekizde film bitiyor. 
en güzel özeti bu olur bence. 


tamam bazı yerlerde etkileyici olacağız diye gereksiz kasmışlar, o hastanedekiler ilgiyi adama çekmeye değil kadını akıl hastanesine yatırdıkları izlenimi yarattı bende, ya da kadın kanser olmuş her tarafı çökmüş süzülmüş, zerre saç teli kaybetmemiş göz altı çökmemiş. keza koca kişisi de, onca uykusuzluk çekti ama yürüyüş dışında hiç yansıtmadı maşallah. 
gibi.. ayrıntıya takılınca daha çıkar da sevdim bu filmi; hikayesini değil de anlatış şeklini, niyetini, yazar kocanın hayal dünyasına geçtiğimiz zamanları...

ve fragmanını da sevmedim, buraya koysam mı diye filmden sonra izledim ama coşkulu bir amerikan dramı gibi olmuş, bence filme uymamış. filmi izlenir yapan bence konusu ya da oyuncuları değil (kansere yakalanıp bir yıl ömür biçilmiş karısına her gün bir hikaye yazmaya karar veren büyümemiş bilim-kurgu yazarının gerçek hayatından uyarlanma anıları) onu yansıtış şekli ve hikaye içindeki eşini güldürme niyetiyle yazılmış kısa hikayeler. mesela aşağıdaki gibi evin üstünde süzülen deniz anaları, birbirine savaç açmış robotlar, 


filmin başlangıcı da pek şirin, yazar çimenlikte hikayesini yazmaktayken hikayenin nasıl geliştiğini görüyoruz. kafasını yukarı kaldırıyor ufoyu andıran bir bulut var, ve hooop o ufo dolaşmaya başlıyor derken satürn gözüküyor ufukta (bulut?) ve üç tane uzaylı robot ufodan aşağı sarkıtıyor



hayır ışınlanmıyor, sarkıtılıyor :) böyle bir masumluk var filmde, hatta buna değinen bir hikaye de... robotlar o modern çirkin ya da android robotlar değil de eskinin o kutukutuüstüne robotları.

aslında filmin başı ve ortaları izlenesi. o hayal dünyasını, karı-kocanın uyumunu, karısı setsukonun (yuko takeuchi) hem kocasına annesi gibi bakıp hem de onunla bir olup sabırsızlıkla hikayelerini beklemesi sürekli kocası sakuyu (tsuyoshi kusanagi) desteklemesi, sakununsa hikayelerini yazarken gerçeklikle hayal dünyası arasında kalmasını beğenerek izledim. ama işte setsuko ağırlaşıp da dram işin içine girmesi gerekince olmamış pel...

yuko takeuchiye pride dizisinden dolayı sempatim vardı, hatrına sonuna kadar izledim. de izlemesem de olur muydu ki o sonu ne...



Sunday, March 11, 2012

üçtük, iki olduk ve yok olduk?

şaşırdım esasında, blog konusunda, yazmaktan öte pek gitmeyen bir insanken mimlenmeye. ve evet,ilk mim im  bu  MikalZia , teşekkür ederim :)

ve bunun acemiliğiyle hepsi cevaplanmalı mı şaşkınlığı da var üstümde, başlayalım bakalım...

Mim: En Sevilenler
En sevdiğin şeyler nelerdir, nelerden hoşlanırsın?
"en"lerim yok sanki, bir çok seyi severim bir çok şeyden hoşlanırım.
daha doğrusu onca şey varken istesem de bir konuda takılı kalamadım henüz. her şeyi göresim var o herşeyin içinde de kendine göre ufak ya da büyük iyi bir yön bulasım. "yenilik" diyebilirim belki bu soruya cevap olarak?yeni yer, yeni konular, yeni kitap,yeni insanlar, yeni uğraşılar... yazınca da bi tiksimdim kendimden, sazan mıyım neyim...

Bilgisayarda vaktini nasıl geçirirsin?
genellersem, şu ara sevgili sciencedirect te,gmailde ve online film/dizi siteleriyle youtube da. youtubeda kendimi kaybedebilirim gibi bazen, ne arasan varmış esasında, en son takıldığımsa sakin sakin geçen tarih konuşmaları

En sevdiğin filmler?
en... en'lerim olmadığı gibi unutkan da bir insanım ben. isim pek tutamam hafızamda, biraz da o yüzden buraya başladım aslında. izle izle nereye kadar,yazınca en azından aklımda kalma ihtimali yükseliyor. (evvelzamanda yazarak çalış diyen annem aklıma geliyor, haklı mıymış ne...)
son zamanlarda izleyip de sevdiğim filmlerden ilk aklıma gelenler i am a cyborg but thats ok, wong kar wai filmleri, almodovarın son filmi,... izleyeli onca zaman olmasına rağmen ömer kavur un gizli yüzünü unutamamış olmam da belki "en"im yapar onu. balkan filmleri (emir kustricanınkiler, ya da gadjo dilo nun yönetmenininkiler misal), miyazaki/studio ghibli animelerini ya da woody allen filmlerini de izlerim sorgusuzca ve tekrar tekrar...

Şu sıralar almak istediğin şeyler
ukulele!
bir adet oyuncak istiyorum kendime.. biraz daha geniş düşünmek serbestse de gözüme kestirdiğim bir şey için uçak bileti ve bulunduğum yer için ütopik sayılabilecek bir istek: çamaşır makinası

Şu sıralar ne dinliyorsun?
tam şu ansa eğer, emre kınayın akustikhanede çekilmiş şarkılarını, ama yarın bunu dinliyor olmam heralde.  demirhan baylan, miyavi,tearliner ve tom waitslerle eğleniyorum bu ara. misal misal:







oralarda da yağmur var mı? :)

diğer sorularsa benim için çok iddialı, zor cevaplaması, biraz atlasam ayıp olur mu MikalZia?  :)

Sordum Cevapla Mimi
Hayatınız filme çekilse adı ne olurdu ve hangi müzikler yer alırdı?
çok klişe olacak ama yollarda ve abuk sabuk şanssızlıklarla geçtiğinden hayatım, bahtsız bedevinin güncesi gibi bir şeyler olurdu heralde adı, soundtrackte ise farklı ülkelerden şarkılar olsun isterdim, ama bir arkadaşım hazırlıyorsa tereddütsüz balkan şarkılarıyla doldurabilirdi

Bir şeyleri değiştirme gücünüz olsa neyi değiştirirdiniz?
çıkarcılık.
ya da şu şehirdeki insanları (çok sıkıcısınız!)

Sizi en çok etkileyen sinema sahneleri nelerdir?
yine bir en :) ve benlik bir yanıtlama şekli olarak cevabım aklıma gelmedi olacak... ama mesela şunu eğlenmek için açarız ara ara


(bu filmdeki şarkıları pek severim)

Yaşadığın şehir bir günlüğüne yalnızca sana tahsis edilmiş, senden başka hiç kimse yok. Ne yaparsın?
hmmm, hazır fırsat normal insanları getiririm? pek tahammül edemiyorum yerellere de...

Şu sıralar ilgiyle takip ettiğiniz diziler?
seksenler



süper bir dizi değil, başka zaman olsa sevmezdim belki ama zamanlaması benim için güzel denk geldi. şu ara anneannemle dedemi özlerken, eskiyi/kuzenleri özlerken gülümseyerek izliyorum diziyi. ki zaten şu dizi izleme sebebim de tek başıma yemek yemekten sıkılıyor oluşum. daha önce ailemle yaşıyordum, sonra 7 kişilik bir evdeydim (ki tipik öğrenci evleri gibi nüfus evdeki minimum insan sayısını belirten bir rakamdır sadece), şimdi iki buralı insanla çok sıkılıyorum akşamları evdeysem
neyse, dizileri izliyor oluşum sebebi işte öyle zaman geçsin, ses olsun...
bir de, şoray uzun var sahi dizide, izlemem mi

üçüncüyü anlamadım. kim nerede nasıl gibi bir oyun vardı,derste kağıtları döndüre döndüre oynardık o aklıma geldi


üçtü, iki oldu ve nokta kondu diyecektim ama bir yandan da ben daha kendimi kâle almazken varlıklarına şaşırdığım takipçiler var; üşenmeyip de cevaplarsanız buyrun size gitsin bu mim de sevgili gasilhane, degdimisimdi, miwako, konuşur konuşur susar, dolunay, ve antiparadiqma...



Tuesday, March 6, 2012

bunshin- nasıl yiyiyorsunuz o limonu öyle

kampta çalıştığım zaman, limonu elma gibi ısıra ısıra kabuğuyla içiyle dışıyla herbirşeyiyle yiyen 8-9 yaşlarında bir italyan kız vardı ve en çok şaşırdığım çocuk tipiydi kendisi. hayır, ben de limonu severim, dilimlenmişini yerim gevelerim falan ama çocuk bu ya... ayrıca hadi içi tamam da limonun kabuğu acı, onunla beraber benim de teşebbüslerim oldu ama yok, benim için limon hala kabuksuz tüketilmesi gereken bir şey.

neyse limonla daha fazla uzatmayayım,nerden aklıma estiğine geçeyim... bunshin adlı japon dizisinin bana göre gizli kahramanı limon; bağlantıyı kuralım, kişilerin duygularını anlayalım diye gözümüze sokulan bir sarı.



ufaklığımız mariko,kimi çocukların yaptığı gibi anam beni sevmiyor evlatlığım ben hezeyanları geçirmektedir içinden de bunu pek dillendiremez. derken evde çıkan bir yangın sonucu annesi ölür, kötü anılar da bir bakıma onun beraberinde... ve hop, 7 yıl mı 9 yıl mı ne şimdi unuttum ilerisine atlarız, mariko kızımız büyümüş de üniversiteleri bitireyazacak çağa gelmiştir. o, paşa paşa raporunu yazarken televizyonda rockçı-mariko2 kısacık bir ropörtaj verir, vee bu kızların doğumlarındaki gizemi gizem demeyeyim deneysel çalışmaları bilenler bir heyecanlanırlar, olaylar olaylar..

yok esasında 5 bölümlük dizinin 3 bölümünde öyle aman aman bi olay yok, ama buna rağmen izlenir bir şeyler çıkmış bence. mariko, ben biliyordum işte anam babam bunlar değil diyip rockçımarikoiki yi ve babasının geçmişini aramaya tokyo yoluna düşer, mariko2'nin de hayatı televizyona çıktıktan sonra durağan kalmaz tabi, anneye karşı gelmeler, pişman ettirmeler, ve kim benim babam sorusuyla geçmişi o da araştırmaya başlar...

özetle böyle. üçüncü bölümden gizemi/olayı çözdüler gibi duruyor, dörtte kaçırma, beşte de kurtarma operasyonuyla bitirirlerse pek hayalkırıklığına uğrarım. daha komplike bir teoriler-gizemler bekliyorum bu diziden


ama yine de japon dizilerinin beş bölüm on bölüm,bölüm sayısı ve süre açısından uzatmadan bitmesini seviyorum -ve hana kimi gibilerin absürd mizahını-. evde tekken yemek yemeyi sevmeyen ben gibiler için pek ideal


bu arada limona geri dönersek... dizi kitaptan uyarlama, kitabın kapağı da limonlu imiş. merak ediyorum niye seviyor bu kızlar limonu, embriyo ayırmayı limonla mı yaptı,limon suyuna mı yatırdı nedir çılgın prof...

limon suyuna yatırmak deyince de. sashimiyi falan geçip, cevichenin güzelliğine yönelsek cümleten de peruluları sıla hasretinden kurtarsak... diğer bir deyişle heryerde olsa da yesek